Asla unutulmamalıdır ki, insan aklı, teknik altyapıya olduğu gibi nakledilemeyecek veya insan aklına muadil bir elektronik akıl inşâ edilemeyecektir. Diğer taraftan insan aklını esas ve emsal almayan hiçbir çalışma, gerçek manada bir sunî akıl inşâsına matuf olmayacaktır. İnsan aklını umursamadan yapılacak çalışmalar, bir takım matematik esaslardan ve işlemlerden ibaret kalmaya mahkumdur. Öyleyse sunî akıl inşâsına matuf çalışmaların esası, insan aklının haritalandırılmasından geçer.
Bir şeyin tabiîsi bilinmeden sunîsi (yapayı) yapılamaz. Aslı bilinmeyen şey, taklit edilemez. İnsan, varlık, ilim, bilgi, zaman ve mekân gibi mefhumlara Batı’dan farklı bakışımız, zekâ ve akla olan bakışımızı da tabiî olarak farklılaştırmaktadır. Bu açıdan bakıldığında akıl ve zekâ meselesinin, kendi insan anlayışımız çerçevesindeki yerini tespit ederek başlayalım. Zekâ da akıl da ruhî istidatlardandır. Fakat ikisi arasındaki temel fark; zekânın saf istidat, aklın ise tohum olmasıdır. Saf ruhî istidat; değişmez, artmaz, eksilmez, ölmez ila ahir… Tohum mahiyetindeki istidat ise; açılır-kapanır, büyür-küçülür, genişler-daralır, ilerler-geriler. Akıl ile zekânın tabiatı arasındaki temel farklardan birisi budur. Muhakkak ki başka farklar da mevcuttur, ne ki “sunî akıl” inşâsı ile ilgili en mühim farklılık budur.
Zekâ, saf istidat olduğu için, doğumda mevcuttur ve ölene kadar aynı seviyede devam eder. İnsanın bu dünyada elde ettiği bilgi ve tecrübe gibi zihnî kayıtlar, zekânın değişmesine, gelişmesine, artmasına katkı sağlamaz. Akıl, tohum mahiyetinde olduğu için şartlarını bulmalı, bu dünyada elde edilecek kıymetlerle (mesela bilgi ve tecrübe gibi) beslenmeli, usûl (metot) kaideleriyle bünyesi inşâ edilmelidir. Tâlim ve terbiye bu sebeple mühimdir, zira dış dünyadan alınan bilginin, aklın bünyesini inşâ sürecine dâhil olması, fayda veya zarar gibi neticeler vermesi söz konusudur.
Zekâ, mutlak anlamda ferdî-enfüsî bir mahiyet taşır. Akıl ise ferdî hususiyetlerle birlikte içtimaî kıymetlerin toplamından meydana gelir. Başka bir ifadeyle zekâ, sadece ferdin derununa aittir, akıl ise ferdî ve içtimaî kıymetlerin toplamıdır. Bu sebepledir ki akıl, aynı zamanda insanın içtimaî (sosyal) tarafını da temsil eder ve insan, akıl marifetiyle içtimaî hayatı yaşayacak maharete sahip olur.
Zekânın saflığı (homojenliği), onun üzerinde işlem yapılmasına müsaade etmez. Zekânın bünyesinde (ve tabiatında) işlem yapamamak, sunî (yapay) zekâ inşâ edilemeyeceğini de gösterir. Oysa aklın bünyesi (ve tabiatı) üzerinde işlem yapabilmekteyiz, zaten talim ve terbiye faaliyetinin temel maksadı da akıl inşâsıdır. Dolayısıyla “yapay zekâ” muhal, “sunî akıl” mümkündür. Zekânın değil, ama aklın “sunîsi” inşâ edilebilir. Çoklu zekâ teorisi yanlıştır. Çoklu zekâ teorisini ortaya atanlar, zekâ ile istidatları birbirine karıştırmaktadır. Mesela “matematik zekâ” dediklerinde, aslında kişinin matematik istidadını zekânın bünyesine dâhil etmektedirler. Çoklu zekâ teorisi kabul gördüğünde, zekânın inşâ edilebilirliği de kaçınılmaz olarak kabul görmekte ve sunî zekâ inşâsına teşebbüs edilmektedir. İnşâ edilebilir mahiyet (ve bünye) taşıyan akıl olduğuna göre, sunî (yapay) zekâ meselesini bir tarafa bırakıp, meselenin aslını, yani sunî akıl inşâsını tetkik etmek gerekir. Ne var ki, zekânın akılla irtibatını tespit etmek, sunî akıl inşasının da açıklığa kavuşması için
lüzumludur.
Devamı sonradan yayınlanacak.
HAKI DEMIR
Yazar
PROF. DR. VEYSEL ASLANTAŞ
Erciyes Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi
Bilgisayar Mühendisliği